29 Aralık 2011 Perşembe

Birisi telefonla konuşuyor... Halası, duy sesini!

Bizim evimiz her akşam böyle şenlikli bu ara...
Sürekli yeni bir şeyler yapıyor bizim küçük cadı da şaşırtıyor ve güldürüyor bizi çok...
Bakınız birisi telefonda. Halasıyla konuşuyor galiba!

Haa bu arada bir daha iPhone'u zor bulur! Dün benim iPhone'umu bir güzel resetledi, sıfırladı, nasıl yaptı bilmiyorum ama her bir şeyim gitti. En son Nisan'da bağlamışım iTunes'a, ancak Nisan'dan geri alabildim. Allah'tan Eylül'de fotoğrafları bilgisayara atmışım da, onlar kurtuldu, ama son 3 ay içindeki güzelim fotoğraflar ve videolar yok oldu malesef. Neyse ki bir kısmını bloga ve facebook'a koymuşum. Yine de içim gitti, daha neler vardı neler :(

Kız çocuğu vol.3...

Kız çocuğu dediğin;

18 aylık oldu mu, annesinin topuklu ayakkabılarına göz diker...

Sesssiz sedasız alır annesinin ayakkabılarını giymeye çalışır, başarılı da olur...

Makyaj malzemelerine, küpeydi kolyeydi bilumum aksesuarlara ilgi göstermeye başlamasından ve her sabah annesiyle beraber tartılmasından hiç bahsetmiyorum bile...

18 aylık kız çocuğu kilosuna da dikkat eder ama çikolataya asla hayır diyemez :)

Herşeyini paylaşır ama çikolatasını hiç kimseyle paylaşmaz!

Kuskus canavarı

Bizim evde bir kuskus canavarı var.

Hem de kuskusunu kendisi yiyor. Zaten sen yedirirsen yemiyor!


27 Aralık 2011 Salı

Saklambaç..

Dün Ece cadısı ile saklambaç oynuyoruz. 

Ben 10'a kadar sayıyorum, Ece ile babası saklanıyorlar, sonra ben onları buluyorum. 

En sonunda dedim, 'Ece hadi sen say biz saklanalım'

Döndü poposunu, gömdü yüzünü koltuğa “Döğğğrt!”... 

Ben koptum valla. Dört’ü biliyor ya tek, saydığını zannediyor. Çok da cool yalnız, anlam veremiyor neden bu kadar güldüğüme.

3 Aralık 2011 Cumartesi

Süper anneannenin zaferi...

Demiştim ya, 'Ece anne-baba-dede-daya vs. söylüyor ama anneanne, babaanne ve teyzenin henüz pek şansı yok' diye, süper anneannenin azmini hesaba katmamışım tabi.

Ben bu yazıyı yazdıktan 3 gün sonra annem İstanbul’a gelmişti. Biz akşam dışarı çıkmıştık, Ece anneannesi ve dedesi ile evde kaldı.

Annem fırsat bu fırsat Ece'yi çalıştırmış bol bol. Ertesi sabah, bizim cadı ne dese beğenirsiniz, “annane” aşağı “annane” yukarı!

İşte huzurlarınızda annanneci Ece!


19 Kasım 2011 Cumartesi

Burnumda tüttü kokusu...

Ece'siz iki gece, üç koca gün :(

Tatil değil bu sefer, iş için gittim Zürih'e. 

Çok zor geldi bu defa, ilkinden daha zor. Neden bilmiyorum. Bu sefer yanımda Koray olmadığı için mi, Ece artık her şeyin daha bir farkında olduğu için mi, tatil değil de iş olduğu için mi, bilmiyorum işte. Ama çok özledim, burnumda tüttü kokusu.

Halbuki babasının yanındaydı kuzucuk, babaannesi geldi babaya yardıma, kafam rahattı ama insanın içi rahat olamıyor işte. 

Vicdan azabından belki de :( Anne olmanın böyle hastalıklı bir yanı var zaten, olur olmaz vicdan azabı hissediyorsun, yerli yersiz endişe ediyorsun. Geçecek umarım...

11 Kasım 2011 Cuma

Nihayet "AN-NE"!

Ece kuzusu neredeyse 17 aylık oldu, bütün söyledikleri hepi topu;

At-tım”, ne varsa bu attım’da bu kadar!
At-taa”, e hadi bunu anlayabiliyorum, biraz gezenti çünkü kendisi.
Ma-ma”, bunu da karnı acıktığında söylemiyor yalnız, bizi yemek hazırlığı yaparken gördüğünde ancak. Yoksa hiç yemek vermesen, ‘nerede benim yemeğim’, demez.
Da-ya”, dayısına sesleniyor. İlk defa dayısına seslendi zaten. Ayıp oluyor ama bu anne-babaya!
Gak”, bu yeni girdi hayatımıza. Kuş ve kuşa benzeyen herşeyi ifade ediyor, kuş, ördek, kaz, tavuk, ne varsa. Geçenlerde abajurundaki kuşu farketti de, söyledi ilk defa.
"Döğğğrt", bu da yeni, bahsetmiştim.

Daha 10-11 aylıktı ”ba-ba”, ”de-de” seslerini çıkarıyordu bol bol ama baba ve dedeye seslenmek yok! Anneannesinin söylediğine göre, şimdiye “anne-baba”’yı geçmiş, çoktaaan “anneanne” diyor olması gerekirmiş :P

Neyse, baktık olacak gibi değil, bayram tatilinde boş durmadık, Ece’yi çalıştırdık biraz J Ve nihayet “An-ne, Ba-ba” tamam! Biz söylediğimizde zaten tekrar ediyordu genelde, 2 gündür bize seslenmeye bile başladı. “Dede” ve “Daya” da oldukça başarılı. Aslında “Hala” da diyordu bayramda, videoda söyletemedik. Ama teyze, anneanne ve babaannenin henüz pek şansı yok, biraz bekleyecekler gibi gözüküyor J

Buyrun bakalım üzüm canavarı Ece, nasıl “anne-baba” diyor. “Baba”yı muhteşem söylüyor!


9 Kasım 2011 Çarşamba

Bir-iki-üç-...döğğğrt...

Ececik sayı saymayı öğrendi!
Öğrendi, dediysek 4'e kadar :)
4'e kadar sayıyor, dediysek de sadece 4!
Sadece 4'ü söylüyor, ama ne zaman söylemesi gerektiğini biliyor benim kızım.
Eğer bir gün uğurlu sayı diye bir şeye inanırsa, uğurlu sayısı 4 olmalı kesinlikle, ne de olsa söylediği ilk birkaç kelimeden biri 'dört'.
Bir de çok tatlı söylüyor. Eeee kargaya yavrusu kuzgun :)

Buyrun bakalım.

Ece ile Dubai


Aylar öncesinden yapmıştık planı, almıştık biletlerimizi. Hani Esra Dubai’ye yerleşti ya, özleyecektik O’nu, görmeye gidecektik. E bize de tatil tabi. Bir taşla iki kuş. Aslında sevgili kocamın fikriydi bu. O 15 gün iş için yurtdışında olacaktı “E siz de gitsenize Dubai’ye” demişti bize. Sonra seyahati iptal oldu,  O kaldı evde, biz gittik tatile L. Kendisi pek bir pişman oldu bu önerisine sonradan ama iş işten geçmişti artık, yapacak bir şey yok. J

Haa öyle pek hasretlik bir durumumuz da olmadı bu arada. Esra zaten bir 10 gündür İstanbul’daydı. Bütün kızlar toplandık, hep beraber gittik Dubai’ye. Hatta dönüşte bizden 1 gün sonra Esra da geldi peşimizden İstanbul’a.

“Ece ile yurtdışı, hem de Koray yokken, nasıl cesaret ettin?” diye sormayın, süper anneanne de geldi. Yoksa nasıl cesaret ederim zaten!

Peki neler neler yaptık bu tatilde?

  • Ece jetlag oldu! İstanbul’dan Dubai’ye jetlag olunur mu demeyin, akşam 20:30’da uyuması gereken çocuk gece 02:30’da uyursa, uçuş sırasında sık sık uyanır, sonra günün yarısını uyuyarak geçirirse oluyor! E tabi bizimle aynı uçakta seyahat eden günün şanslı insanları da Ece’nin birkaç kez ağlayarak uyanmasından nasibini aldı. Neymiş; çocuğun uyku saatinde uçmak iyi değilmiş, uyku düzeni bozuluyormuş! Ve uçakta, daracık yerde kucak kucağa uyumak hiç de rahat değilmiş!
  • Dubai havaalanında hayatımızın şokunu yaşadık. Pusetinde Ece ile beraber çılgın pasaport kuyruğunun sonuna geçmiştik ki, görevli  bir Arap beliriverdi yanımızda ve bizi National’ların geçtiği pasaport kontrolünden hiç sıra beklemeden geçirdi. En az 45 dk. kazandık. Dönüşte de aynı şeyi yaşadık. Giderken de dönerken de Türkiye’de pasaport kontrolü için sıra bekledik bu arada!!!
  • Dubai’de sıcaklık Ekim ortasında 35 derece civarındaydı. Benim gibi bir yaz insanı için bu şahane bir şey tabi. İstediği kadar sıcak olsun yazı kışa bin kere tercih ederim. Deniz suyu da hamam suyundan halliceydi yalnız. Neyse 2 gün sonra serinledi. Yoksa öyle, aman da çok sıcakladım, suya gireyim de bir serinleyivereyim, durumu yoktu ilk başta.
  • Ececik’in denizden hoşlandığı pek söylenemez. En büyük plaj eğlencesi; plajda arada bir geçip giden develerdi. Bayıldı develere. Onların yolunu gözledi durdu. Bir de işini biliyor bizim minnoş, deveyi gördü mü, zıplıyor anneannesinin kucağına, koştur koştur gidiyorlar devenin yanına. Biliyor, annesi o sıcakta kucağında Ece deve peşinde koşturmaz, bir anneannesine nazı geçer. Diğer eğlenceleri de takıp kovasını koluna anneannesi ile beraber sahilde midye kabuğu toplamak ve benim yaptığım kumdan kaleleri bozmak oldu.
  • Ece kuzusu sarılmayı öğrendi! Bir sabah O teyzesi  ve anneannesi ile takılır da ben hala uyurken, yatak odasına geldi, beni gördü. Koşa koşa yanıma geldi, o minnoş kollarını boynuma doladı, sıkı sıkı sarıldı bana. Bayıldım, yok böyle bir şey. O gün bugündür sevgisini bol bol gösteriyor benim kızım, sadece bana değil, sevdiği herkese sarılıyor, öpüyor.
  • Teyzesi Ece’yi hayatın güzellikleri ile tanıştırmak konusundaki kararlılığına devam etti ve toblerone’u hayatımıza soktu. Ece bayıldı.
  • Ececik alışveriş merkezinde yürüyen merdivenleri keşfetti. Bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı, indik çıktık. Çok uyanık bir de bizim minnoş, aşağıya inerken elimi tutuyor, 2-3 basamak kala bırakıyor elimi, aşağı varır varmaz, koşa koşa yan tarafta yukarı çıkan merdivenlere kaçıyor.
  • Bol bol gezdik. Esra’nın evinin hem manzarası hem de yeri muhteşemdi. Plaja 5 dk mesafede, çok güzel restaurantlar ve kafeler olan, gece gündüz çok hareketli bir yer. Kendimizi hiç Arap ülkesinde hissetmedik açıkçası. Pek Arap da gördüğümüz söylenemez zaten. Dubai’de herkes yabancı, çok enteresan. Dubai tahmin ettiğimden çok daha güzel, temiz ve güvenli bir şehir. Bilmiyorum, ya biz tatilde olduğumuz için ya da Esra’nın da orada hayatı gayet keyifli ve telaşsız olduğu için, Dubai bana çok telaşsız geldi. İstanbul’daki koşturmaca ile kıyaslandığında özellikle.
  • Ece babasını özledi mi, bilmiyorum ama ben kocamı çok özledim. Ece de pek bir cilve yaptı babasına görünce, sarıldı, öptü O’nu, özlemişti demek ki.
Ekim’in ortasında şahane bir tatil oldu bizim için, hepimize çok iyi geldi. Bu tatil için çaylak teyzeye çok teşekkür eder, O’nu kocaman öperiz. Bir sürü işinin ortasında bir de bizi gezdirdi durdu.

Yine Dubai’de değil, İstanbul’da bu arada J

28 Ekim 2011 Cuma

Kız çocuğu vol.2...


Kız çocuğu dediğin;

Bir defa alışverişi sever!


Alışverişe gidince de, tek derdi ayakkabılardır!


Bir de bıdı bıdı konuşur işte böyle!

9 Ekim 2011 Pazar

Arayı çok açtık...

Tatildi, iş değişikliğiydi derken çok ihmal ettim blogu. Yazacak çok şey var ama vakit bulamıyorum malesef.

Bu arada, "Ne zamadır blogu güncellemiyorsun" diye sitemde bulunanlar burdan buyrun! Kocaman oldu Ececik!

1 Ekim 2011 Cumartesi

Tebdil-i mekanda ferahlık varmış!...


Beni bilen bilir, bir iş yerinde 3 sene çalıştım mı gitme zamanı gelmiştir :P. 'Doğru olan budur', demiyorum ama ikizler burcu insanı işte, yapacak bir şey yok...

Bir süredir iş değiştirmek vardı aklımda. Acele etmemeye kararlıydım ama. Gerçekten içime sinen iş karşıma çıktığında değiştirecektim ve çıktı da nitekim :).İnsan çoluk çocuk sahibi olunca daha zor risk alıyor. 'Gerçekten severek yapacağım bir iş olsun' demiştim ama bir yandan da 'gece yarılarına kadar çalışmayayım ki kızıma zaman ayırabileyim, eve yakın olsun' vs...

İşe başlayalı 3 hafta oldu, keyfim çok yerinde. Bu işin asıl Ece kuzusunu ilgilendiren tarafı ise şu ki, artık kızıma ayırabileceğim fazladan 2,5 saatim var, eskiden yollarda geçirdiğim 2,5 saat. Şimdi sabahları Ece ile beraber uyanıyoruz, beraber kahvaltı yapıyoruz, keyif yapıyoruz. Ece'nin bu sabah şekeri hallerinin keyfini çıkarıyorum. Bazen saat 8:00'e kadar uyuyoruz beraber.

Tabii ki iş değiştirmek kolay değil. Huzurlu olduğun, sevdiğin-bildiğin insanlarla beraber çalıştığın bir ortamdan tamamen yeni bir ortama geçmenin zorlayıcı bir tarafı var ama çok iyi geldi bu değişiklik bana.

Neymiş; tebdil-i mekanda ferahlık varmış.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Kız çocuğu...


Kız çocuğu dediğin;

Takar çantasını omzuna,

Atar Winnie The Pooh'yu bebek arabasına,

At-taaa gider!

Ece'nin canı At-taa gitmek isterse...

At-taa gitmeyi kafasına koyan Ece, koca portmantonun kapağını açar, alır spor ayakkabılarını, geçer bir köşeye, sessiz sedasız ayakkabılarını giymeye çalışır...

Bu arada anneye suçüstü yakalanır.

Kendi dilinde bıdı bıdı konuşur, bir araba dolusu laf sarf eder. Anne bunları "bana ne bana ne gitçem işte!!!" olarak yorumlar...

Kendi başına ayakkabısını giymeyi beceremeyince, bir de annenin kendisine yardım etmek yerine elinde kamera, bu duruma kayıtsızlığı karşısında çileden çıkar ve kıyameti koparır...

Bir de çirkin olur, güya kızdığını göstermek için, anne daha çok eğlenir.

İşte bizim evin gezenti küçük cadısı.


8 Eylül 2011 Perşembe

Anne kuzusu işte...


Demiştim 'Anne kuzusu' diye, öyle ama.

Anne kuzusu işte!

Var mı bu kuzucukla böyle kucak kucağa uyumaktan daha güzel birşey?

Yok kesinlikle!

6 Eylül 2011 Salı

Bebelere pasaport...

Ececik adam olmuş da pasaport alacakmış!

Artık bebekler eskisi gibi annenin pasaportuna kayıtlı olamıyormuş, onlara da pasaport çıkıyormuş.

E biz de Dubai’ye gideceğiz ya, düştük yollara, pasaport çıkarmaya.

Pasaport çıkarması kolay da evrakları hazırlaması zor olan. Daha doğrusu biometrik fotoğrafı çektirmesi. 15 aylık çocuğu nasıl oturtayım ben o koltuğa da fotoğraf çektireyim. Oturanı vardır belki ama bizimki mi, asla! İki denedik, kıyamet koptu. Ne mi yaptık? Evde dayadık Ece’yi ayakta duvarın önüne, biz çektik fotoğrafını, götürdük fotoğrafçıya, biometriğe çevirdiler. Gayet de güzel oldu.

Bir ara ödüm koptu Ece’den parmak izi de alırlar mı diye, neyse istemiyorlarmış onu.

Şimdi sorarım size, hiç böyle güzel biometrik fotoğraf gördünüz mü bakalım? (yine karga ve yavrusu kuzgun durumu :) )

5 Eylül 2011 Pazartesi

Ece'siz ilk tatil...

Mayıs'taki Ece'li tatil tecrübemizden sonra, koca yaz bir daha tatile gitmeye hiç yeltenmemiştik ki, korktuğum başıma geldi. Bizim evdeki baba kişisi, 'Bizim tatile ihtiyacımız var' diye söylenmeye başladı. Ve üstüne üstlük, sadece söylenmekle kalmayıp, program bile yaptı. Bayram tatilinde, sadece 3 gece kalacaktık kuzucuktan ayrı. O 3 gece sonra 4 gece oldu tabi sonra.

Çocuklu ama çocuksuz 3 çift Çeşme'de aldık soluğu. Çocuklar hakkında konuşmayı yasakladık 4 gün boyunca :) Gezdik, tozduk, eğlendik. İlk gece, gecenin 3'ünde yatıp sabahın 9'unda gayet güzel uykumuzu almış halde uyanıp da buna anlam veremezken farkettik ki, biz 14 aydır ilk defa deliksiz uymuşuz.

Ece kuzusu da Yalova'da kaldı. Anneannesi, dedesi, dayısı herkes seferber oldu O'nu mutlu etmek için. Biz giderken el sallayıp uğurladı bizi. Kuzucuğum özellikle anneannesine alışık olduğu için içim çok rahattı zaten. Anneannesinin eteğinden ayrılmamış hiç 4 gün boyunca ama hiç de huysuzluk yapmamış onlara. Dönünce bizi görür  görmez önce bir şaşırdı, sonra tek kolunu uzattı bana sarıldı, öteki kolunu uzattı babasına sarıldı.

Çok özledik kızımızı ama ne yalan söyleyeyim, çok da iyi geldi bu tatil bize.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Ece'den ilk anlamlı kelime; AT-DIIII

Çocuk dediğin ilk önce 'anne' demeli dimi?
Hadi o zor, söyleyemedi diyelim, 'baba' desin, 'dede' desin!
Yok, bizimki uzata uzata 'AT-DIIII' diyor.

Aslında oldukça geveze, kendi dilinde bıdı bıdı konuşuyor sürekli, anlatıyor bize birşeyler. 'Baba'yı 'dede'yi de söylüyor tabi de sesler kolay geldiği için söylüyor. Aylardır çıkarıyor bu sesleri ama hala babasına veya dedesine bu şekilde seslenmişliği yok! Onun dışında sanırım 'mamma' diyor, ama çok yemek talep eden bir çocuk olmadığı için emin olamıyorum açıkçası, bilerek mi söylüyor diye. Bir de suya 'buu' diyor galiba. Ama her atma eyleminden sonra mutlaka 'at-dıı' diyor. O yüzden eminim, bunu bilerek söylüyor.

İşin enteresanı önce 'attt' demeye başladı, 3-5 gün sonra da sonuna 'dııı' sını ekledi.
Ve benim için iyi haber; birkaç gündür 'annnn' diyor, birkaç güne kalmaz sonuna 'nee' yi de ekledi mi tamamdır :)



P.S: Dikkatinizi çekerim, Ece'ye bebek diyemiyorum artık. Bebeklikten çıktı kesinlikle ama çocuk da değil aslında. İngilizcedeki toddler'ın bir karşılığı olmalı Türkçede!

18 Ağustos 2011 Perşembe

Anne kuzusu

Bu aralar hep böyleyiz biz, koala modunda. Hep kucak kucağa.

Özellikle işten geldiğimde kafasını yerleştirmiyor mu böyle omzuma, dolamıyor mu bir de kollarını boynuma, işte o zaman dünya duruyor! Günün hasretini gideriyoruz kucak kucağa.

İş oyuna geldi mi yine babasının peşinde dolanıyor tabi de uykusu geldiyse, karnı acıktıysa, gözü benden başka hiç kimseyi görmüyor.

İşte böyle bir anne kuzusu oldu çıktı Ececik. İnsanın hoşuna da gitmiyor değil hani :)

7 Ağustos 2011 Pazar

Kargalar ve biz

Bir pazar sabahı...
Sabahın bir kör vakti...
Kendine düşen görevi titizlikle yerine getirerek sabahın köründe uyanan bir kuzucuk...
'Böyle güzel bir pazar sabahı uyunur mu zaten', diye kendini kandıran bir anne...
Bir de kahvaltısını yeni etmiş kargalar...
Sabah sabah ce-ee yapan, binbir numara binbir oyun ile annesini bilmem kaçıncı defa kendisine aşık eden bir Ececik...
Bu oyunlar karşısında yerinde zıplayan, çocuğun üzerine atlayıp onu öpen koklayan ısıran, etrafta insan olsa deli olduğuna kanaat getirilecek bir anne...
Bir de evde fosur fosur uyuyan baba...

İşte çocuklu hayattan bir haftasonu manzarası.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Bizim evden bir minik tırtıl geçti...

Bizim evdeki minik tırtıl bağımsızlığını ilan etti. Kendince!

Bir süredir zaten yürüyordu. Ama bazı mesafeleri gözü yemiyordu da, emeklemeyi seçebiliyordu. Artık hiç emeklemiyor. Yürüyor, arada duvarlara, kapılara falan tutunuyor. Tabi bolca düşüyor, kalkıyor, ama pek bir havalarda kendisi. Bir oraya gidiyor bir buraya. Odasında beraber oyun oynarken basıp gidebiliyor. Dönüp arkasına bakmak bile yok. Bir kendine güven geldi ki sormayın! Elinde babasının şortu, şorta takıla takıla yürüyüp, yürürken bir de şortla ce-ee yapmaya yeltenebiliyor.

Ve bu minik tatlı tırtılın evimizi terketmesiyle beraber, anladım ki çocuklu hayatın en zorlu 2. etabı başlıyor. (1. en zorlu etap kesinlikle ilk 3 aydı!) Artık evimizde, yerinde durmayı hiç ama hiç istemeyen, sürekli yürümek ve hatta koşmak, etrafı karıştırmak, incelemek ve öğrenmek isteyen ama bunun yanında bizi hergün şaşırtan, kendisine hayran bırakan, kendisine hergün daha da çok bağlayan bir ufaklık var.

Buyrun bakalım, o minik tırtıldan elimizde kalan...


11 Temmuz 2011 Pazartesi

Gel kedicik geeel geel gel...

Ece kuzusu pek bir numaracı oldu bu aralar. Hergün yeni bir numara! Tabi aldığı tezahürata göre en çok beğenilen numaraları sıklıkla tekrarlıyor.

Bir süredir "gel annesi geeel", "gel babası geel" ve bilumum alternatiflerine, o sırada hangi minnoş eli müsayitse o eliyle gel gel hareketi yapıyor. İki eli de müsayitse aynı hareketi iki eliyle birden yapıyor.

Buyrunuz, giden kedinin ardından kediyi çağıran minnoş Ece! Sol elin işi var, dişleri kaşımakla meşgul, tek elle idare edeceğiz artık.



Bu arada fondaki cırtlak ses bir önceki videodan tanıdık gelmiş olsa gerek! :)

Demiştim di mi 'aceleci!' diye...

Öncelikle bir uyarı, videoda fonda video ile alakası olmayan anlamsız ve cırtlak bir "Lay lay lay" sesi var. (Sesin kime ait olduğunu bilmiyoruz, bizden biri değil, ben hiç değil :P )Ona takılmayın lütfen! Hatta mümkünse videoyu sesini kapatarak izleyin, ben öyle yapıyorum. O aslında başka videonun konusu. Bizim minnoş iki Lay Lay'a oyunuyor da, onu çekmekti niyetim. Neye niyet neye kısmet! Aceleci Ece videosu çıktı ortaya.

Buyrunuz, gayet soğukkanlı bir şekilde yola çıkıp, yarı yolda hedefe ulaşıp ulaşamayacağı konusunda tereddüte düşüp de pıtı pıtı koşturmaya başlayan  Aceleci Ece!

5 Temmuz 2011 Salı

Düşeceği yeri de biliyor...

Ece kuzusu artık iyiden iyiye yürüyor. Ama canı isterse. Şöyle sakin sakin durmayı becerirse evin içinde salondan kendi odasına kadar gidebiliyor ki, arada uzuuun bir koridor var. Ama pek yürüyesi yoksa o sırada, ya da acelesi varsa, ki bahsetmiştim genelde koşmak istiyor, düşüyor yine poposunun üstüne.

Bakınız, o sırada pek yürüyesi olmayan kuzucuk nasıl da törenle yere düşer. Bir de dikkatinizi çekerim, düşeceği yeri iyi biliyor, direk annenin kucağına! Hatta düşerken yandan yandan kesiyor, doğru yere mi düşüyorum diye. :)

19 Haziran 2011 Pazar

Benim de söyleyeceklerim var Babalar Günü için...

Gün Babalar Günü diye blogumuzu evin babasına emanet ettik, iyi hoş da benim de söyleyeceğim birkaç şey var elbet!

--------------------------------------------------------------------------------------------

Önce hayatımdaki en kıdemli babaya... Canım babama...

Bilir misin ki, küçükken en çok cuma akşamlarını severdim ben, bir de pazar sabahlarını. Cuma akşamı erken yatmak zorunda değildim çünkü, seni bekeleyebilirdim. Pazar sabahı hep beraber yapılan kahvaltıların yerini hiçbirşey tutmazdı. En değerli zamanlar, senin de içinde olduğun zamanlardı.

Şimdi biliyorum ki, ne zaman ihtiyacım olsa yanımdasın. İnsanın hiç korkmadan sırtını dayayabileceği babasının varlığı ne kadar da kıymetli birşey. İyi ki varsın! İyi ki benim babamsın! Daha upuzuuun yıllar hep beraber olmak dileğiyle... Seni çok seviyorum babacım.

------------------------------------------

Sonra bizim evdeki yeni babaya... Sevgili kocama...

Hamile olduğumu ilk öğrendiğimde sana bunu nasıl söyleyeceğimi düşünmüştüm, 1 koca gün. Özel bir haberdi bu, özel bir şekilde verilmeliydi. Sonra öyle çok şaşalı bir fikir bulamamış da, elini tutmuştum sadece "sen dünyanın en iyi kocasısın" demiştim, sonra elini karnıma götürmüş ve "dünyanın en iyi babası olacaksın" demiştim, gerçekten de öyle olacağını kalpten hissederek. Sen yüzümü hiç kara çıkartmadın benim. Biliyorum ki, kızım çok şanslı senin gibi bir babası olduğu için. İyi ki varsın, iyi ki hayatıma girmişsin. Kızımızla beraber iyi ki bir aile olmuşuz. Seni çok seviyorum bitanem.


------------------------------------------

Ve tabi diğer bütün babaların da Babalar Günü kutlu olsun!

Babasının küçük plensesi!..

Günün anlam ve önemi nedeniyle blogumuz bizim evin babasına emanet.

Buyrun bakalım Babalar Günü'nde neler yazmış minik kızımıza...

----------------------------------------------------

Babasının küçük plensesi!..

Benim pamuk yanaklı, açık ağızlı, sımsıcak ayaklı, çatık kaşlı, yürüyemeyen ama koşan ve de çenesi çok ama çok düşük küçük kızım...

Bugün 19.06.2011 senin doğumgünün, aramıza katılalı tam 1 yıl oldu. Küçücük ellerin, buruşuk suratın, minicik bacakların büyüdü büyüdü büyüdü ve tam ısırılmalık hale geldi. Gülüyorsun ama canın istediğinde, konuşuyorsun ama biz anlamıyoruz, kızıyorsun ama çabuk unutuyorsun, öpmüyorsun ama ısırıyorsun. Bakalım seneye neler değişecek hayatımızda – hayatında. İnşallah hayatının sonuna kadar hep güleceksin benim bebeğim, sen gülünce ben de mutlu oluyorum çünkü.

Bugünün benim için ayrı bir önemi daha var aslında kızım. Her ne kadar sen farkında olmasan da bugün benim ilk babalar günüm. Evet sen ve ben hayatımızın ilklerini birlikte yaşıyoruz. Annenle bana hediye almışsınız, teşekkür ederim ama sen daha konuşamadığın, “ baba “ diyemediğin için bir tarafı eksik kaldı bu özel günün. Senin yanaklarını öpüp “ iyi ki doğdun plensesim “ dediğimde anlamadığın için de içimde bir hüzün vardı aslında. Ama olsun, yine de harikaydı bu duyguları hissetmek ve yaşamak.

Kimsenin farkında olmadığı birşey söyleyeceğim sana bebeğim... İstersen herkesin bildiği konulardan başlayayım. Aradan bir yıl daha geçecek ve sen daha da büyüyeceksin, yürümeye başlayacaksın, konuşacak baba – anne – dede – gel – git – fenebaçe ( baba demesen de bunu illa söylemelisin kızım :) ) diyeceksin. Bunu herkes biliyor ya da tahmin edebiliyor. Ama üzerinde hiç düşünmedikleri bir konu var kızım, o da :

19.06.2016 tarihi geldiğinde sabah uyanıp yanına geleceğim ve senin kulağına “ iyi ki doğdun benim tatlı kızım “ derken, sen de bugün ısırdığın babanın o kulağıma eğilip “ sen de iyi ki varsın baba, babalar günün kutlu olsun “ diyeceksin. Belki de o gün bana verdiğin hediye, küçücük ellerinle yaptığın bir resim olacak, kimbilir? Çok klasik olacak biliyorum ama unutmamanı istediğim birşey var kızım; sen var olduğun sürece başka hediye istemem...

Daha çoookkkk kesişecek bu günler benim tatlı kızım. Birbirimizi öpecek, kutlayacak ve de şımartacağız. Aslında ben şımarık çocukları hiç sevmem, ama sana şımarıklık da yakışacakmış gibi geliyor babası.

Seni çok ama çok seviyorum benim 3 ½  dişli canafar kızım, iyi ki doğdun iyi ki varsın.

--------------------------------------------------------------------------------------------

P.S: Bu arada bu baba, ben hamileyken bana söz vermişti, kızımız doğduktan sonra bile evin prensesi ben olacaktım!!! Sözünü tutamamış kendisi gördüğünüz gibi! Kendisine teessüflerimi bir borç bilirim!

17 Haziran 2011 Cuma

Sabah keyfi ?!



Aylar önce, demişim ki,  "Ececik sabahları çok tatlı oluyor... babasıyla haftasonu sabah keyfi yapıyorlar... bakalım ben işe başladıktan sonra haftasonları fındıkkurdumu nasıl paylaşacağız..."


Evet, Ece kuzusu sabahları hala çok tatlı, hatta eskisinden de tatlı, ona diyecek birşeyim yok. Boncuk boncuk gözleri, gerinen halleri, uyumaktan şişmiş ve sıcacık olmuş yanakları... Öpmeye sıkıştırmaya doyamıyor insan. Tadından yenmiyor yani.

Gel gör ki,  artık çok erken uyanıyor bu kuzucuk. Sabah 7 demeden, cin gibi ayakta. Dolayısıyla bir paylaşamama durumu sözkonusu değil :) ve bizim "sabah keyfi" yerini "sabah nöbeti"ne bırakmış durumda. Prensipte, cumartesi sabahı kim kalkıp Ece kuzusu ile sabahın kör bir vakti ilgilenmişse, pazar sabahı uyumaya hak kazanıyor. Neyse ki, kocam bana torpil geçiyor da, arada hem cumartesi hem pazar 10'lara kadar uyuyorum :)

Tabi kolay değil öyle iki sabah üstüste uyuyabilmek, benim de biraz stratejik hareket etmem gerekiyor bunu hakedebilmek için.

İşte bizde haftasonları durum şudur.

Cumartesi sabahı;

Ece cadısı sabahın kör vaktinde uyanır. Annesi tarafından anne-baba yatak odasına getirilir. Karnı itinayla doyurulur. Yatakta bir anneye bir babaya sataşır, burunlarını sıkar, gözlerini çıkarmaya çalışır, saçlarını çeker (babanın saçı yok malum, anneninkini çeker), ayağa kalkıp kendini oradan oraya atmaya başlar ki işte o zaman anne ya da babadan birinin kalkma vakti gelmiştir. Anne dört gözle bekler, baba alsın kuzuyu, onlar beraber salona ya da Ece'nin odasına geçip oyun oynasınlar da anne uyuyabilsin diye. Anne genelde kazanır.

Pazar sabahı;

Yine sabahın kör vakti ve yan odadan gelen "gelin beni alın!!!" emri. Anne emri yerine getirir. Ama bu sefer daha bir tedirgindir. Malum bu sefer nöbet O'nda. Yine de uyuyabilme umudu var, kocası kıyamaz çünkü O'na. Adımlarını dikkatli atması lazım yalnız.

1. İhtimal: Gerçekten o gün çok şanslıdır ve baba hemen alır Ece'yi "gel kızım biz gidelim, annen uyusun" der. Zafer annenindir :).

Tabi pazar sabahı bu iş o kadar kolay olmaz genelde. E baba da haklı tabi, uyumak O'nun da hakkı.

2. İhtimal: Yukarıdaki ihtimal geçekleşmezse eğer, anne ara ara ne kadar uykusuz olduğuyla ilgili ufak, masum, kesinlikle şikayet içermeyen cümleler kurar. Babaya, "aman da Ece'yle sen ilgilensen de ben uyusam" gibi direk cümleler kesinlikle kurmaz. Bu stratejinin en önemli parçası. Bu arada yine şanslıysa, babadan beklenen hamle gelir ve zafer annenindir :)

3.İhtimal: Babadan hala tık yoksa, anne son stratejik hamlesini yapar "Ececim, gel biz odana gidelim seninle, baban uyusun, çok yorgunmuş babacık!" :P. Burada annenin artık %50 şansı var, baba ya anneye kıyamaz ve dört gözle beklenen hamleyi yapar ya da bunun çok iyi fikir olduğu ile ilgili birşeyler mırıldanır ve başlar fosur fosur uyumaya.

Ama bazen stratejik hamleler konusunda baba anneden aşağı kalmaz, hatta anne zaten bu konuda babanın eline su dökemez. Önceki haftasonu yaptığı gibi!!!

Anne bütün adımlarını titizlikle attığı halde, son adımda baba "Karımmmm, sana zahmet Ece'nin altını değiştirebilir misin, sonra biz kızımla oynarız, sen de uyursun biraz" der en sevimli haliyle. İşte o zaman anne yenilgiyi kabullenir. Ece'yle odasına giderken bilir ki geri döndüğünde bu baba çoktan uykuya dalmış olacaktır. Ve tabii ki beklenen gerçekleşir, anne babanın kapısını usulca kapar ve Ece kuzusu ile sabah keyfi yapar.

Yataktan kalkana kadar çok zor da, yataktan kalktıktan sonra sabahlar çok keyiflidir hakikatten Ece kuzusu ile.

Sonuç olarak bizim cumartesi pazar sabahlarımız biraz stresli geçiyor böyle. :) Taktik savaşları şeklinde :)

Buradan babaya mesaj; madem uyuyacaksın sonunda, neden başında söylemezsin de bu anneyi hem umutlandırır, hem de uğraştırırsın boşu boşuna!

Buradan Ece kuzusuna mesaj; meleğim çok tatlısın da bu anne babaya acısan da biraz geç uyansan diyorum haftasonları!

P.S. Bu fotoğraflar tatildeyken çekildi. Yani baba aslında bütün gün iş-güç derdi olmadan keyif yaptığı halde, gün içinde sık sık şekerleme yapabildiği halde böyle sürünüyor sabahları. İstanbul'daki sabahlarımızı siz hayal edin artık!

14 Haziran 2011 Salı

Ece'nin Yeni Marifetleri

4 Haziran 2011 

Akşam anne ile babanın düğüne gitmesi gerektiği için, Ece kuzusu da teyzesi ve eniştesi ile takıldı, Melis'lere gittiler. Esra'yı uyardım, 'Yapmayın etmeyin, çocuksuz 3 evli çifti çocuk fikrinden tamamen uzaklaştırmak istemeyiz', dedim ama beni dinleyen olmadı.

Bir de hani bu aralar Ece bana çok düşkün ya, inadı tuttu mu Koray'a bile gitmek istemiyor ya, hadi bizde ya da Esra'larda kalsa neyse de, bir de daha önce hiç gitmediği bir yere gidecekler ya, 'kesin' dedim 'yaygarayı koparır bizim minnoş, bırakamayız'. Hatta önlem olarak yanımıza Ece için düğün kıyafeti bile aldım. Olur da bırakamazsak, Ece ile gider bir görünür çıkarız, diye. Peki bizim kuzucuk ne yaptı? Arabadan inerken teyzesi Ece'yi aldı kucağına, bizimkinden çıt yok. 'Hadi anneyle babaya bye bye' dedim, bize bye bye yaptı kocaman sırıtarak, döndü poposunu, gitti cadı. Heralde bir Esra'ya baktı, bir de düğün kılığı içindeki bana. Esra için demiştir, 'benim annem olsa olsa budur'  ve döndü gitti :).

Biz de bütün gece endişelendik durduk, huysuzluk yapmış mıdır, bizi aramış mıdır, Esra'lara rahat vermiş midir, diye. Fotoğrafta da görülebileceği gibi baya bir eğlenmiş bu kuzucuk biz yokken. Huysuzluk yapmamış pek ama, son bir saat teyzesinden başka kimseye gitmemiş de pestili çıkmıştı teyzesinin.

12 Haziran 2011

Demiştim ya, "Ece kuzusu ilk adımlarını attı" diye. Şimdi de koşmak istiyor kendisi. Yürümeden koşacak illa! Hani şöyle bir sakin dursa, adımlarını yavaş yavaş atsa, yürümüştü şimdiye çoktan da, yok, aceleci benim kızım. Şimdilerde tek elimizden tutup koştur koştur turluyor her ortamda. Evmiş, bahçeymiş, feribotmuş, hiç farketmiyor, yakaladı mı birinin elini, keyfine diyecek yok.

14 Haziran 2011

Ece minnoşu kendi karnını doyurmayı çok becerebiliyormuş gibi bir de bizim karnımızı doyuruyor bu aralar. Mama yediriyor bize cimcime.

13 Haziran 2011 Pazartesi

iPhone canavarı...

Bu defa Ece kuzusu beni hakikatten şok etti.

Biz bu kuzucuğa cep telefonu vermiyoruz pek. Zararlı diye. Hele iPhone hiç vermiyoruz. Ece her bulduğunu oraya buraya fırlatabildiği için, iPhone'u da annesi zaten yeteri kadar düşürüyor, bir de Ece atmasın diye. Çok inat etti mi, Koray'ın Blackberry'si ile kandırıyoruz, kısa bir süreliğine. :)

Geçen sabah Ece erkenden uyanınca yatakta keyif yapıyorduk ikimiz. iPhone'un alarmı çaldı, bizimki ayaklandı tabi hemen, almaya çalışıyor telefonu, kendini oradan oraya atıyor, çığlığı basıyor. Dedim, "iki dakika oynasın da hevesini alsın bari". Verdim eline telefonu. Bir baktım telefonun kilidini açmış bir güzel, o yetmiyormuş gibi application iconlarının yerlerini bile değiştirmiş. Nasıl yapıyor diye bir baktım; O minnoş işaret parmağı ile önce ortadaki butona basıyor, o sırada ekran aydınlanıyor, sonra yine aynı minnoş parmak ile sliderı soldan sağa çekerek kilidi açıyor. Hani öyle tesadüfen falan da değil. Gayet bilinçli olarak, adım adım yapıyor. Her seferinde aynı şekilde yaptı çünkü. Şok oldum, inanamadım, bu çocuğa iPhone'u açmayı öğretmeyi falan geçtim, iPhone'u vermiyoruz bile biz. Bunu ancak bizden görerek öğrenmiş olabilir. Bebeklerin gözlem yetenekleri ve öğrenme kapasiteleri inanılır gibi değil gerçekten.

Artık Ece'nin farkındalıkları iyice arttı, etrafını inceliyor, merak ediyor, öğrenmeye çalışıyor meleğim. Bundan sonra bizi daha da çok şaşırtacak eminim.. Ve O'nun yeni birşey öğrenmiş olduğunu görmek o kadar keyifli ki, işin içinde cep telefonu olsa bile, insan çok mutlu oluyor. Aynı akşam Koray da benimkine benzer bir şok yaşadıktan sonra, "Esralar gelse de onlara göstersek Ece'nin iPhone'u nasıl açtığını" diyordu. :) Herkese göstermeliyiz kızımızın marifetlerini.

E tabi, akşam oturttuk Ece'yi, verdik eline yine iPhone'u :), videoya çektik bir de.

Buyrun bakalım...



Güncelleme 19/06/2011

Bir de print screen alıyor bu minnoş. Nasıl yapıyor hiçbir fikrim yok ama fotoğraflar arasında bunu buldum. Ben şahsen bilmiyorum nasıl yapıldığını.

31 Mayıs 2011 Salı

11. Ay Kontrolü

Ece cadısı 11. ay kontrolünden de tam puan alarak geçti bu haftasonu. Tabi hata bizde, tam da uyku saatine almışız doktor randevusunu, yapmadığı cadılık, huysuzluk kalmadı. Binbir oyun, binbir zorlama zar zor muayene ettirebildik kendisini.

Ve Ece'nin son doktor kontrolünden satır başları:
  • 11 ay + 1 hafta itibariyle 9.660 kg olmuş kendisi, boyu da 77,5 cm. Bu ay 640 gr alarak, geçen ay hiç almadığı kiloların farkını da kapatmış. Nohut ve mercimeği dayamam işe yaramış galiba :)
  • 13. ayın sonuna kadar en az bir anlamlı kelime söylemesi gerekiyormuş. Aslında pek bir geveze, bıdı bıdı konuşuyor, bol bol 'baba' ve 'dede' diyor bizim kuzucuk ama, 'baba' diyerek babasına seslenecekmiş.
  • 'Benden buraya kadar'  isyanımı Gülbin Hanım gayet anlayışla karşıladı :) 1 yaşından itibaren artık süt sağmak yok. Gündüzleri dönüşümlü olarak inek sütü ve keçi sütü içecek Ececik. 'Oleyyyy!' diyorum buna.
  • Artık bizim yemeklerimizden yiyecek. Burada kritik olan, yemeğe tuz, yemek pişmeye yakınken atılacak. Böylece Ece de onun iyotundan faydalanıyormuş.
  • 1 yaşından sonra kontrollerin arasını açabilecekmişiz, her ay doktora gitmemiz gerekmeyecek.
  • Önümüzdeki ay aşı var :(
Durum budur. Maşallah Ece kuzusuna!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

İlk adımlar :)

Cumartesi günü teyzeme gitmiştik de bizim minnoş gördüğü ilgiden memnun kalmış olarak, 'show yapmadan buradan gitmek olmaz' diye düşünmüş olsa gerek, ilk birkaç adımını attı :)

Tabi biz o ilk şoku atlattıktan sonra çocuğa, 'aman da yürüsün, bir de videoya çekelim' diye yapmadık eziyeti bırakmadık, orası ayrı. Sonunda yorgunluktan öldü kuzucuk. Neyse pratik yapmış oldu, iyi oldu :).

Bu sefer, tam da gününde gerekli görsel desteği sağlamış olduk.

Buyrun bakalım...



Birkaç adım atıyor da bakalım ne zaman başlayacak adamakıllı yürümeye. Dört gözle bekliyoruz.

27 Mayıs 2011 Cuma

Yine oyun...

Ece'nin en sevdiği oyun; kaçıp kovalamaca.

Kim kaçıyor, kim kovalıyor, bu olay nerede cereyan ediyor, orası önemli değil. Ece kuzusu çok eğleniyor.

Biz de evde kah Ece Koray'ın kucağında onlar benim peşimde, kah Ece benim kucağımda Koray bizim peşimizde koşturup duruyoruz evin içinde. Bir de tam akşam uykusu öncesi bol bol kudurtuyoruz ki bu cadıyı, yorulsun da banyosundan sonra uyuyuversin hemen :P.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Anne Yarısı'na...

Küçükken hep şanslı hissederdim ben kendimi. Kendimce nedenlerim vardı tabi. Mesela erkek değil de kız olduğum için çok şanslıydım. Öncelikle sünnet mevzusu vardı, sonra askerlik, bir de erkekler sadece pantolon giyebiliyorlardı. Ne sıkıcı, tek alternatifleri var! Halbuki kızlar öyle mi? İster pantolon giyerler ister etek. Kim erkek olarak gelmek isterdi ki bu dünyaya ?!

Bir de teyzem olduğu için çok şanslıydım, hem de iki tane! Teyzesi olmayanlar için çok üzülürdüm hatta.

Teyze anne yarısıdır, denir ya, öyle hakikatten. Herhalde annem ve babamdan sonra en çok teyzemlerin emeği vardır benim üzerimde. Özeldir onlar benim için. Buradan kocaman öpücükler her ikisine de.

Ondandır belki de, Esra'nın da Ece için özel olacağını ve Ece'nin şanslı olduğunu hissederim hep. Ondandır belki de, Esra birkaç seneliğine bile olsa, her ay mutlaka buraya gelecek olsa da, Dubai'ye yerleşme planları yaparken en çok Ece ile bu kadar sık görüşemeyeceği için üzülmem.

Fazla duygusala bağlamadan sadede gelecek olursak...
Esruş,

Sana diyeceğim şudur ki; Dubai falan anlamam ben, kızımı ihmal etme lütfen! Teyze olmak öyle kolay iş değil, belli sorumlulukların var yerine getirmen gereken. Öncelikle kızımı şımartmaktan sorumlu kişi sensin. Sonra benim yasakladığım herşeyi yaptırman gerekiyor biliyorsun Ece'ye, ki bu konuda gayet iyi gidiyorsun zaten. Yeri gelecek bütün haftasonunu beraber geçireceksiniz. Yüzmeyi sen öğretmelisin Ece'ye. Kurabiyeler kararana ve yenemeyecek hale gelene kadar kurabiye yapmalısınız beraber. İşin çok anlayacağın, bu Dubai işini kısa tutsan iyi edersin! 

İyiki varsın! Seni çok seviyorum. Ece de çok sevecek, biliyorum.

P.S: Bu aralar pek bir duygusal moddayım. Anneliğin yan etkilerini yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Birileri lütfen bu gidişe dur desin!

22 Mayıs 2011 Pazar

Ececik tatilde...

Ece'den önce, "ileride çocuğumuz olduğunda O'nu bırakıp tatile çıkabilmeliyiz" derdim hep. Bırakamayanlara da şaşırır ve alenen de eleştirirdim. Ne demişler, "büyük lokma ye, büyük laf konuşma!" Bırakamadım. Bahanelerim var elbette, elim güçlü şimdilik; "daha çok küçük", "bari 1 yaşında olsaydı", "hala anne sütü alıyor" gibi gibi. Bakalım bir dahaki sefere ne bahane bulacağım?

Sonuç olarak, taktık kızımızı peşimize düştük Fethiye yollarına. Geçen seferki Bozcaada dönüşü korkunç araba yolculuğu deneyiminden sonra, bu sefer doooğru havaalanına! Ececik de böylece ilk defa uçağa binmiş oldu. Ve hayatımın 1 saatlik en yorucu yolculuğuydu! Evet, Ece kuzusu hiç ağlamadı, enteresan bir şekilde basınç farkından da rahatsız olmadı ama yerinde de durmadı hiç. Kemerini sadece kalkış ve inişte, o da zorla taktırabildik. Oraya uzandı, buraya uzandı, arka koltukta annesinin kucağında uslu uslu oturan bebeği yoldan çıkardı, hosteslere boncuk dağıttı. Bir ara baktım Koray pes etmiş, bırakmış Ece'yi yere, emekliyor bizim minnoş. Yani bizim gidiş dönüş uçak yolculuğu Ece cadısını zaptetmeye uğraşmakla geçti.

Soluğu Fethiye Hillside'da aldık ve hem tesisten ama en çok da aldığımız hizmetten çok memnun kaldık. Bebekli hayatımızı kolaylaştıran birçok çözümleri oldu, ki bu ayrı bir yazıyı hakediyor.

Bir de hava mevsim normallerinde olsaydı,  2 koca gün şakır şakır yağmur yağmasaydı, gümbür gümbür gökgürültüsü olmasaydı fena mı olurdu? Olmazdı tabi. Gel gör ki, güneşe hasret kaldık, ucundan gördük mü güneşi soluğu plajda aldık. Hele bir gün öyle soğuktu ki hava, çocuklarını gayet cıbıl ve yalınayak gezdiren Avrupalılardan utanmasam Ece'ye mont bile giydirecektim neredeyse. Zor tuttum kendimi.

Neyse, olaya biraz da iyi tarafından bakalım. Genel itibariyle tatlı-serin-sıcak bir hava hakim olduğu için Ece kuzusu halinden gayet memnundu. Onun rahatsız olacağı gibi bir sıcak ve güneş yoktu. Bir de deniz havası üstüne eklenince bizim kuzucuk hergün öğleden önce de öğleden sonra da 2'şer saat uyudu pusetinde ve böylece bize de keyif yapacak zaman kaldı :). Ne yalan söyleyeyim, Ece pusetinde, Koray yanımda şezlongda şekerleme yaparken, plajda o tatlı serin havada kitap okuyabilmek bile çok keyifliydi. Bu arada farkettim ki, neredeyse 1,5 senedir çocuk bakımıydı, uyku sorunuydu, çocuğun psikolojik gelişimiydi gibi konular dışında birşey, daha doğrusu bir roman okumamışım. İlk çıktığında aldığım Kayıp Sembol'e ancak başlayabildim.

Güneşli olan günlerde ben şahsen denize girebildim. Deniz muhteşemdi ama bizim çekirdek ailenin diğer bireylerinin denizle hiiiç alakası yoktu. Ece kuzusu için deniz suyu sıcaklığı henüz oldukça düşük olduğundan O'nu denize sokmayı zaten düşünmüyorduk. Kendisi ayaklarını sokmakla yetindi, ki ondan bile pek hoşlanmadı. Babasıysa bu konuda Ece'den bile beterdi!

Peki Ece cadısı neler yaptı tatilde? Bol bol temiz hava aldı, yeni yerler gördü, her gördüğü yeni şeyi şaşkınlık ve merakla inceledi. Temiz hava O'na iyi geldi, iştahı açıldı ve Hillside'ın yemeklerini O da beğenmiş olacak ki bol bol yedi. Herkese laf attı, boyuna posuna bakmadan o minnoş elini kaldırıp havaya, kendinden büyük çocuklara meydan okudu. Plajda yanımızda oturan kızların kucağından inmedi. Bıdı bıdı bıdı konuştu durdu. "Ne kadar çok ses çıkarabilirim" denemeleri yaptı. 7/24 annesi ve babasıyla olmanın keyfini çıkardı meleğim ve çok mutlu oldu gerçekten.

Ece ile tatile gitmek bu defa bizim için o kadar da zor olmadı. Tamam, sabahları nöbetleşe uyumak zorunda kaldık, karı-koca aynı anda yemek yiyemedik pek ama çok da güzel vakit geçirdik. Meğerse bizim kızımız büyümüş artık. Olup olmadık ağlamıyor, artık derdini ağlamadan da ifade edebiliyor. İletişim kuruyor bizimle, oyun oynuyor.

Sonuç olarak, kimseyi bilmem ama tatil bana çok iyi geldi. Bir de kocam son gün için bana SPA randevusu almış, geri çevirmek olur mu hiç! İlaç gibi geldi valla.

Tabi biz zaman da çok olunca bol bol fotoğraf çektik tatilde. Yine üçümüzün adam gibi bir fotoğrafı yok, o ayrı :(. Buyrunuz bir de video hazırladım fotoğraflardan.

8 Mayıs 2011 Pazar

Dünyanın en iyi annesine...

Bundan yaklaşık bir sene önce dünyalar güzeli bir melek indi yeryüzüne ve anne oldum ben.

Şimdi bu benim ilk anneler günüm. Peki bu günü haketmek için ne yaptım? Henüz hiçbirşey. 9 ay karnında taşımak değil çünkü annelik, emek vermek demek. Bir ömür boyu emek vermek demek. Daha kaç fırın ekmek yemem gerek benim bu anneler gününü annem kadar hakedebilmek için. Ve yine de annem kadar anne olabilir miyim, hiç zannetmiyorum. Önümüzdeki senelerde belki 'evet oldum ben' havalarına girerim ama bu sene bu gün hala annemin günü. O yüzden bu ilk anneler günü yazısı, dünyanın en iyi annesine gitsin.

Herhalde herkesin annesi kendisine öyledir ama benim annem benim için dünyanın en iyi annesidir. Benim değerlimdir O.

Beraber büyüdük biz. Ondandır belki de anneme düşkünlüğüm. Kuşak farkı yaşamadık pek, hep iyi anlaştık. Bayılırız beraber birşeyler yapmaya, gezmeye, tatil yapmaya, alışverişe çıkmaya, sahilde oturup dondurma yemeye. O yüzden herhalde hep bir kızım olsun istemişimdir. Oldu da şükürler olsun ki.

Bilirim ki, ne zaman başım sıkışsa annem vardır, imdadıma yetişir.  Sadece sesini bile duymak içimi rahatlatır çoğu zaman. Bilirim ki, bizi kendinden çok düşünür, bizden çok düşünür. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar güçlü bir kadınmış benim annem, ne kadar fedakar, hiç hasta olmaz, kapris yapmaz, şikayet etmez, yorulmaz. Ondandır işte, artık bizi düşünmesin, bizim için yorulmasın istemem. Ondandır işte, artık kendini düşünsün istemem. Gel gör ki, bunu da asla yapmayacak biliyorum.
   
Aslına bakarsanız, anne olduktan sonra pek değişmedim ben. Evet hayatım çok değişti, ama ben değişmedim ki.

Yalnız anne olunca anladım ki, Koşulsuz Sevgi diye birşey varmış. Düşünüyorum da, ne olursa Ece'yi sevmekten vazgeçebilirim diye. Hiçbirşey! Belki ileride kızıma kırılırım, yeri gelir O'na kızarım ama asla O'nu sevmekten vazgeçemem. Ne olursa olsun! Ne yaparsa yapsın! Hiç kimse bana tersini iddia etmesin, hiç kimse bozulmasın, anladım ki bir insanı annesinden çok ve koşulsuz hiç kimse sevemez.

O yüzden şimdi daha iyi anlıyorum annemi, bizim için yaptıklarını. Ve anneme söyleyecek birkaç sözüm var elbette.


Canım Annem,

Öyle değerlisin ki benim için! İyiki varsın, iyiki benim annemsin!
Biliyorum ki senin tırnağın bile olamam ama tek dileğim, ileride kızım da bana, iyiki annemsin, diyebilsin!
Seni çok seviyorum!

Tüm annelerin anneler günü kutlu olsun...

3 Mayıs 2011 Salı

Bakıcılı yeni hayat

Ben işe başladığımda neredeyse 5 aylıktı Ececik. 10 aylık oldu şimdi. O gün bugündür sağolsunlar anneannesi ve babaannesi dönüşümlü olarak baktı Ece'ye. Hiç de gözüm arkada kalmadı benim tabi. Nispeten de büyüdü artık, bebeklikten çıktı neredeyse. Ve bir bakıcı bulma zamanı geldi çattı.

Tabi iş ciddiye binince benim önce bir içim cız etti, miğde ağrılarım başladı ama bu fikre de alıştım zamanla. Hatta bu arada annemin, 'Nasıl bırakacaksın Ece'yi bakıcıya?', 'Ece kreşe başlayana kadar ben bakarım O'na', 'Yazık değil mi kuzucuğa?' gibi beni yıldırma girişimlerine bile göğüs gerdim. Anneme kalsa bakacak da ona da kıyamıyorum ki ben. O her ne kadar kabul etmese de yoruluyor, görüyorum. Her hafta Yalova'dan git gel, kolay mı? 

Bu arada şanslıyız ki - umarım şanslıyızdır gerçekten -  çok kısa bir sürede içimize sinen bir bakıcı bulduk. Ece'nin Fatoş'u (aslında Fatma Teyze ama Fatoş dedirtiyor kendine), 46 yaşında, bebeklerle iletişim kurabilen, çocukla çocuk olmayı, onunla oyun oynamayı bilen biri. İyi niyetli, sevecen ve şefkatli biri gibi gözüküyor. Ece de sevdi kendisini, ilk görüşmelerinin sonunda yanak yanağa ayrıldılar. Daha önce iki defa üçer sene Ece'nin yaş grubundan itibaren bebeklere bakmış, dolayısıyla bebek bakımından iyi anlıyor. Hatta referanslarından biri tanıdık da çıktı. Benim sabah 7:00 evden çıkış, akşam 20:00 eve dönüş saatlerime ayak uydurabiliyor olması, yakın oturması, küçük çocuğu olmaması, dolayısıyla, çocuğum hastalandı gelemiyorum, gibi durumlarla karşılaşma ihtimalimizin pek olmaması da bizim için olumlu tarafları. Ve herşeyden önce yaşına göre çok enerjik biri. Ece'nin aynen yukarıdaki gibi kendini bütün gün evin içinde fıldır fıldır yürüttürdüğünü ve acayip hareketli bir bebek olduğunu düşünürsek, bize de böyle enerjik bir bakıcı lazım.

Umarım önsezilerimizde yanılmamış, karşımızdaki kişiyi doğru değerlendirmiş ve kendimizi de iyi ifade etmişizdir. Ve Ece'nin Fatoş'u gerçekten iyi niyetli ve vicdanlı biridir. En kıymetlinizi emanet ediyorsunuz sonuçta, hiç kolay değil!

Bize bol şans!

26 Nisan 2011 Salı

Ce-ee yapan Ececik

Her ay Ece'nin doktor kontrolunde Gülbin Hanım'ın asistanı Songül bize o ayın gelişim sorularını soruyor. 'Minik nesneleri iki parmağıyla tutabiliyor mu?' ya da 'Hayır, mama gibi kelimelerin anlamını biliyor mu?' gibi. Ve bu sorular gerçekten çok enteresan, o kadar nokta atışı ki, o sırada yapmadığı birşey varsa bile bir bakıyoruz kısa sürede yapmaya başlamış Ececik.

8. ay kontrolünde gelen sorulardan biri  'Size ce-eee yapıyor mu?' oldu. 'Yok artık' dedim. 8 aylık bebek bize ce-ee yapacakmış! Songül de çok şeker bir kız,  'olsun, dedi,  iki ayınız daha var bunun için' (!?!).  Ben ısrarla Songül şaka yapıyor diye düşünüyorum. Kendisi battaniyenin altına girip, battaniyeyi açıp kapatarak bize oyun yapacakmış. Açıkçası bu soruyu hiiiç ciddiye almadık, dolayısıyla hiç de öyle ce-ee falan öğretmeye çalışmadık Ece'ye.

9. ay kontrolünde, yine aynı soru. Dedim, 'Songül gayet ciddi heralde'. Ece bu sorudan yine eksi aldı, babası buna çok bozuldu. Bu sefer bir dahaki ay yine eksi almasın diye, Ece'yi yatağa yatırıp üstüne battaniyeyi örtüyoruz, o da açıyor, biz örtüyoruz, o açıyor. Tamamdır işte ce-ee! Tabi bu üstünü örtme işini de kendisinin yapması gerekiyor ama olsun, yeter bu kadar! Bir de ce-ee demesi beklenmiyor neyse ki! Sonra cumartesi günkü 10.ay kontrolünde de aynı soruya  'evet evet yapıyor' dedik geçtik :).

Dün akşam biz yemek yerken, bir de baktık bu kuzucuk kendi kendine ce-ee yapıyor bize. Neyse ki iphone elimin altındaydı da belgeleyebildim.

Bakınız 39 derece ateş ile yandığı halde bize oyun yapan kuzucuk.

25 Nisan 2011 Pazartesi

10. ay kontrolü ve çileli haftasonu...

Haftanın en güzel akşamı insanın eve gidince alabileceği en güzel (!?!) haber:
SÜRPRİİİİZ Ece'nin ateşi var :(

Korkunç bir cuma gecesi. Ateş düşürücüler, bir gecede iki defa kuzucuğa ılık banyo, malum çığlık çığlığa.

Tamamen tesadüf, cumartesi günü 10. ay kontrolü.

Bir ayda boyu 76 cm olmuş ama hiç kilo almamış bir bebek! Nedeni büyük ihtimalle, 1-2 aydır aynı şekilde beslenmesine rağmen bu ay acayip hareketlenmiş olması. Dolayısıyla, artık biraz daha fazla ve biraz daha hamur ağırlıklı beslenmesi gerekiyormuş, sebzesine nohut falan ekleyecekmişiz. Bir de tabi cuma günü doğru durust birşey yememe ve emdiğini de kusarak çıkarma durumu.

Antibiyotik, ateş düşürücü ve multivitaminlerden oluşan upuzuuun bir reçete!

Günde 3-4 defa 39'un üzerine çıkan ateş ile geçen 2 gün, 2 gece daha.

Ateşi 39'un üstündeyken tam bir kuzuya dönüşen, annenin kucağından inmek istemeyen, ateşi düşünce de durduğu yerde durmayan, bıdı bıdı bıdı konuşan bir yavrucuk.

Anne ve babanın cebren ve hile ile kuzucuğa ilaç verme çabaları...

Pazar gecesi 3'te uyuyup, sabah 6'da kalkıp havaalanı yolunu tutan ve 2 gün boyunca bir grup insana ürün eğitimi verecek olan zombi baba!

Gece 3'te uyuyup, sabah 6'da kalkıp işe gelen zombi anne!

Pazar günü erken gelip anne ile babayı rahatlatan ve bugün nöbeti resmen devralan anneanne...

Bugün yeni başlayan bakıcı teyze, Fatoş... (Fatma teyze aslında ama Fatoş dedirtiyor kendisine. Ece için Fatoş, benim için Fatoş abla)

Artık yemek yemeyen ve ilacı gördüğü anda kıyameti koparan bir bebek.

Bizde haftasonunun bilançosu budur, daha ne olsun!

Buna da şükür diyelim!

18 Nisan 2011 Pazartesi

İpin ucunu kaçırınca...

Bendeniz takıntılı anne kişisi, Ece'nin yaptığı her yeni şeyi hemen yazmak istiyorum, hiçbirini atlamamalıyım. Ama takıntılıyım ya hani, öyle, Ece artık desteksiz oturuyor, ya da, Ece emeklemeye başladı, yazamıyorum sadece, gerekli görsel desteği de sağlamış olmam gerekiyor. Dolayısıyla, ben,  aman da videoya çekeyim de öyle bloga koyayım, derken bir sürü yeni şey yapıyor bu kuzucuk ve sonunda ipin ucu kaçıyor.

Evet şu anda ipin ucu kaçtı. Anlatacak neler var neler...

Neredeyse 2 ay oldu Ece cadısı kendi kendine ayağa kalkmaya başladı. İlk olarak yatağında korkuluklara tırmanarak kalkabildiğini farkettiğimizde, Ece'yi heralde 30 kere falan oturttum yatağına, her seferinde kalktı ayağa da helak oldu çocuk sonunda. Her ayağa kalkışında da yüzünde bir muzaffer eda :), çok tatlıydı çoook. O gün bugündür de hep ayakta zaten, oturmuyor hiç. Gece uyanıyor, gidiyorum odasına, bir bakıyorum, yatağının kapıya en yakın köşesinde dikilmiş, emziğini de bulmuş yatağın içinde, atmış ağzına, gözü kapıda beni bekliyor. Bir de gözü kara ki bu cadının, yatağın tek tarafından karşı tarafa geçmeye çalışıyor. Elini bırakmak zorunda kalınca da düşüyor poposunun üzerine. Sonra hemen ayağa kalkıp yola aynen devam!

Anneanne ve babaannenin hummalı çalışmaları neticesinde bye bye ve alkış yapmayı öğrenmiş bir de bizim cimcime. Ama henüz bunları ne zaman yapması gerektiği konusunda kafası karışık. Sinirleniyor alkış yapıyor, gülüyor alkış yapıyor, canı istiyor yapıyor, canı istemezse yapmıyor, alkış yap, dersek hiç yapmıyor :). Bye bye konusunda da durum aynı.

Geçen gün süper anneanne aradı ve müjdeli haberi verdi, bizim cimcime taytay durmuş, hem de koskoca 10 saniye! O da nesi, derseniz, hiçbir yere tutunmadan ayakta durmakmış. İşte anne olmak böyle birşey, anne olmayanlara sıradan gelecek bu tip haberler müjdeli haber kategorisine girebiliyor.

Emekleme olayından zaten bahsetmiştik... İyiden iyiye hızlandı artık bu minik tırtıl, bütün evi turluyor emekleyerek. Neredeyse 1 aydır da sıralıyor.

Şimdilik Ece kuzusundan haberler bu kadar...

Special design for Bir Ece Masalı by GeCe