28 Şubat 2011 Pazartesi

8. Ay Kontrolü

Ececik cumartesi günü 8. ay kontrolunden de geçmiş bulunuyor.

8 ay + 1 hafta itibariyle kilosu 8.760 gr, boyu 74 cm olmuş. Geçen aya göre sadece 290 gr almış ama hala kilosu ve boyu gayet iyi. Zaten bundan sonra ayda ortalama 300-400 gr ancak alacakmış. Ki bence bu bile oldukça iyi, çünkü Ece son zamanlarda hiçbirşey yemiyordu. Kilo vermiş olsa hiç şaşırmazdım.

Ececik zatürre aşısı oldu annesi kızamık. İtiraf ediyorum, Ece benden cesur çıktı. Aşı fikri hiç hoşuma gitmese de kızım için oldum. Bebekken geçirilen kızamık çok tehlikeliymiş, Gülbin hanım anlattı ama şimdi hiiiç bahsedemeyeceğim yaşanan o sevimsiz durumlardan.

Hemen kısa bir bilgi verelim, şu anda basında sıklıkla yer alan 1975-1990 arası doğanların kızamık aşısı olması gündeminin altında yatan neden, o dönemde doğan çocuklarda kızamık aşısının tek doz yapılmış olmasıymış. Sonradan bunun yeterli olmadığının anlaşılması üzerine kızamık aşısı 2 doza çıkarılmış. Şu andaki kızamık salgını da zaten bu yaş grubundaki kadınlarda görülüyormuş. Erkeklerde görülmemesinin nedeni ise onların askerde tekrar kızamık aşısı olmalarıymış. Dolayısıyla Gülbin Hanım benim de kızamık aşısı olmamı önerdi, önermekle kalmadı yapıverdi aşıyı. Neyse korkacak birşey yokmuş, hiç acıtmadı :). Eğer salgın devam ederse 9. ayını tamamladıktan sonra Ececik de olacak kızamık aşısını.

8-10 ay bebekleri için gelişim göstergelerinin bir çoğundan başarıyla geçmekle beraber, sınıfta kaldığı konular; kendi kendine ce-ee oynamak, yani bize battaniyenin altından falan ce-ee yapması gerekiyormuş ve hayır gibi bazı kelimelerin anlamını bilmek.10. ayı bitene kadar bunları da tamamlamalıymış.

Uyku problemi ne oldu, diye sordu Gülbin Hanım, doğru dürüst bir cevap vermeden ustalıkla geçiştirdim. 3 aydır aynı konudan fenalık geldi bana. Yatır/Kaldır'ın başarısını (?) da bilahare anlatacağım.

Sonuç olarak, kızımız gayet sağlıklıymış :). Maşallah ona!

25 Şubat 2011 Cuma

Uykusuz her gece...


Kesintisiz uyuyabilmeyi özledim.
Akşam yatıp sabah uyanmayı...
Bebek ağlamasıyla yataktan zıplamadan kendi kendime uyanabilmeyi...
Yatakta sabah keyfi yapabilmeyi özledim ben.

Ama gel gör ki, bütün bunlar EÖ'de (Ece'den Önce :)) kaldı anlaşılan.

Dün gece 3:00 gibi uyandı Ececik, emdi, tekrar uyudu. 15 dk sonra yine uyandı. Bu sefer kucakta volta, yine uyudu. Sonrasını hatırlamıyorum. Sabah 6:00'dı alarm çaldı, uyandım, düşündüm durdum arada uyandık mı diye ama yok hatırlamıyorum işte. Artık hatırlayamıyorum gece kaç kere, hangi saatlerde uyandığını, uyandığımızı. 

Gün geliyor saat başı ayaktayız, gün oluyor - daha doğrusu gece - 2 defa uyanıyor. Ama şöyle gece yatıp sabaha kadar kesintisiz uyuduğu hiç olmuyor. Hadi onu geçtim, 4-5 saat kesintisiz uyusa ona da razıyım.

Bu kuzucuğun ilk 5 ay uyku temposu gayet iyiydi aslında. Tamam gazı vardı, bazen saatlerce uğraşırdık akşam uykusuna yatırana kadar, kucakta volta at, hopla zıpla sakinleşsin diye, ninni söyle dur, odasının dışında elektrik süpürgesi çalıştır, aspiratör, pusetinde evin içinde gezdir, ne varsa yaptık. Ayakta bile salladık bir ara, hiç yapmam, diye atıp tuttuğum halde. Tamam uyuması zordu ama uyuduktan sonra da uyanmazdı. Hatta 5.ayında akşam 20:00 gibi uykuya dalardı, 23:00 gibi ben o uyurken emzirirdim, sonra sabah 5:00'a kadar uyurdu mışıl mışıl. 5:00'da da karnını doyurup devam ederdi uyumaya.

Ama ne oldu? Ben işe başladım, bizim yavru kuş saat başı uyanmaya başladı.

Ece'nin yeni marifetleri

  • 17 Aralık 2010 Gündüz evde Koray'la benim fotografımızı görünce gülüyormuş. Hiiiç de kendi kendime gelin güvey olmuyorum, annem söyledi, ben onun yalancısıyım :)
  • 30 Aralık 2010 Fıldır fıldır dönüyor, kendisini tutmak ne mümkün.
  • 30 Ocak 2011 Artık desteksiz oturabiliyor. Yalnız oturmaktan sıkıldı mı kendini daaan diye herhangi bir yere devirebiliyor.
  • 11 Şubat 2011 Emekledi emekleyecek. Popoyu ve karnını yerden kaldırıyor da henüz sadece ufak ufak geri geri gidebiliyor. Biraz da sürat kazanması lazım tabi.
  • 24 Şubat 2011 Henüz sadece 5 aylıkken iki defa gayet net ve anlaşılır bir şekilde Baba demişti de şok olmuştuk biraz da erken diye. Ondan beri başka da anlamlı birşey söylediği yoktu. İki hafta önce babam geldi, 3 gün kaldı, olan oldu. Dedesi gittiğinden beri bizim yavru kuş  de de de sesleri çıkarıyor. Bu hafta yine gelecekmiş dedesi, artık dede'yi iyice öğrenir heralde.
P.S. Bu yavru kuş neye bu kadar şaşırıyor anlamış değilim. Şaşırmış fotograflarından koca bir albüm olur!

13 Şubat 2011 Pazar

Ece'ye rağmen keyifli bir kahvaltının değeri; paha biçilemez...

Aylar oldu, şöyle sallana sallana rahaaat bir kahvaltı edememiştik karı-koca başbaşa.

Hep bir stres...
Aman da Ece uyandı uyanacak...
Bu arada yesek bitirsek...
Mızırdanmaya başladı işte, hadi bakalım kucağa...
Şarkı söylesek?..
Emziğini versek, belki oyalanır?..
Karımmm sen ye, ben alırım kızımı...
Kocammm ver bana, sen git iç sigaranı..
Her an acıkabilir...
Ben biraz gezdireyim kuzucuğu keyfi yerine gelsin...

Bu arada Ece hoplatılır, zıplatılır, bin türlü şaklabanlık yapılır, güldürülür. Gel gör ki, bizim kahvaltı keyfine keyif demeye bin şahit gerekir. 

Tabi biz haftasonlarını evde geçirmeyi sevmeyen iki kurtlu denemekten de vazgeçmedik dışarıda kahvaltı keyfini. Böyle güzel ve güneşli bir Şubat sabahı düştük Polonezköy yollarına.

Hava yine de serin olduğu için dışarıda oturamadık tabi ama inanılır gibi değil, bu sefer keyifle kahvaltı edebildik. Bizim kızımız büyümüş meğerse. Biz kahvaltımızı edene kadar, bebek arabasında kendi kendine takıldı. Bütün oyuncaklarını tek tek fırlatıp bebek arabasının koluyla oynadı durdu, etrafındaki diğer bebekleri inceledi. Hiç mızırdanmadı, hem de hiç.Tabi sıra kendisinin yemeğine gelince yemedi, o ayrı...

Sonra da kuzucukla keyif yaptık biraz. Bu da günün en güzel kısmıydı işte.

Neymiş; bebekli bir çiftin dışarıda rahaaaat bir kahvaltı edebilmesinin değeri paha biçilemezmiş...

11 Şubat 2011 Cuma

Ece'nin oyuncakları

Ece'nin oyuncaklarla arası pek yok, iki tadına bakıyor, sonra fırlat gitsin, sıradaki gelsin. Özellikle mama sandalyesinde oturuyorsa o sırada, bayılıyor bütün oyuncakları tek tek ve göstere göstere yere atmaya. Gerçi arada sevdikleri de yok değil, pırpır kelebeğin antenlerini seviyor mesela, ağzında döndürüp duruyor.

Ama asıl sevdikleri, aslen oyuncak olmayan ve özellikle de zararlı olan herşey. Cep telefonları, TV kumandası, bilgisayar, biz yemek yerken mutfak masasının üstünde yer alan herşey, çatal bıçaklar, niyeyse kola şişesi... Tabi bunların hiçbirine dokunamadığı ve ağzına sokup tadına bakamadığı için bu kadar cazip geliyor kuzucuğa...

En sevdiği ise daire telefonu. Onu görünce çıldırıyor sevinçten, elleri ayakları ayrı oynuyor. Bir zıplamadığı kalıyor. Akşam işten eve geldiğimde beni görünce bu kadar sevinmiyor valla :( . Uzanıyor, yakalıyor, ağzına sokmaya çalışıyor, yere düşürüyor. Yere düşünce korkuyor, ahizeyi kulağına getiriyorum, her seferinde şaşırıyor çıkan sese :)

Neyse ki kitapları seviyor bir de...

9 Şubat 2011 Çarşamba

'Emziğe HAYIR' mı demiştik?

Evet demiştik... Ama yalan oldu şimdi.

Sen 6 ay uğraş dur emziğe alıştıracağım diye, tık olmasın. Bırak kendi haline, eskiden ağzına tıktığın emziği 2 metre öteye fırlatan Ececik bütün gün cok cok emzik emmeye başlasın! Emziğini görür görmez uzansın alsın! Olacak iş mi yani!

Ama söylüyorum, bizimki ters biraz diye, ne dersen tersini yapacak bu çocuk, işimiz var ileride...

İyi tarafları yok değil; hem uykuya dalması daha kolay oluyor, hem de gece uykusundan uyanınca ağzına emziği tıktın mı uykuya aynen devam :), daha ne ister ki insan bir emzikten...

Yine de diyorum,  bu zamana kadar idare etmişiz emziksiz, bundan sonra da ederdik, bir de emziği bıraktırma derdi çıkacak :(. Ne zaman bıraktırmalı acaba?

İnsanoğlu işte, mutlu olmuyor bir türlü!

Ama bu heyecan, emziğini ağzına sokma çabaları insanı öldürüyor işte...
Bir de çok yakıştırıyorum ben emziği bebeklere.


6 Şubat 2011 Pazar

Derin bir OH çekebilmek!

Tam bir hafta süren bir kabus...

Uyku ile uyanıklık arasında, tüm benliğimle kabus olduğuna inanmak istediğim ama bir türlü uyanamadığım o uykudan...

Doktorun ağzından çıkan üç kelime, bütün söyledikleri arasında seçip çıkarabildiğim, iki tanesi çok tanıdık ve aklıma getirdiği şey korkunç. Boğazımın düğümlendiği, toparlayabildiğim bütün kuvvetle bir cesaret sadece tek bir soru sorabildiğim, alacağım cevaptan korkarak. Ve korktuğum cevabı almak. Telaffuz edilen sadece bir ihtimal, bir risk... Ama gerçek olması öyle korkunç ki, nasıl olup da bu kadar kolay telaffuz edilebildiğine şaşırdığım. Ağzımdan çıkan kelimelerin bana bile yabancı kalması. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istemek,  O benim en değerlim!, yapamamak.

Puslu ve yağmurlu Nişantaşı akşamında başka bir doktorun muayenehanesinin kapısında beklemek. Üçümüz. Aile olduğumuzu en çok hissettiğim o an... Koray'ın ağzından dökülenler; Karımmm, doktor kötü birşey söylerse, sakın ağlama olur mu, sonra beraber ağlarız... Doktorun karşısında çaresiz, güçsüz, öyle zavallı, iyi bir şeyler duymayı ümit eden anne baba. Bir aydınlık. Derin olmasa da ufak bir oh çekmek.

Koca bir hafta bekleyiş. İnsan bir hafta boyunca boğazında bir düğümle yaşayabilir mi? Yaşayabiliyormuş meğer. Bu arada birkaç iyi haber, yeni testler, yeni sonuçlar, hiç anlamlandıramadığım, yorumlayamadığım... Hiç kimseye anlatamamak, dertleşememek, çünkü ihtimal bile olsa o iki kelimeyi ağzıma alamamak. Annemin bile gözünün içine bakamamak anlatırken. Konuşmak, telaffuz etmek kabullenmek demek çünkü.

Ve yine bir cumartesi Nişantaşı, bu defa güneşli, insanın içini sımsıcak ısıtan. Yine gergin bekleyiş, bu sefer biraz daha rahat. Doktorun ağzından dökülenler ve derin bir oh çekebilmek!

Bu yalnış alarm için hiç kimseye kızmamak, sadece kocaman bir mutluluk gerçek olmadığı için! Şükretmek kuzucuk çok sağlıklı olduğu için!

Special design for Bir Ece Masalı by GeCe